Kimilerine göre Paris “Aşk Şehri”, kimileri göre ise “ Sanat
Şehri”... Eğer seyahat tecrübesi olarak GEZ 101 seviyesindeyseniz, Avrupa
gibisi yok. Başta Paris olmak üzere Roma, Prag ve Londra tarihi, güvenli,
medeni ve düzenli şehirler. Kaybolmak neredeyse imkânsız. Hele çocukla gitmek
için biçilmiş kaftanlar. Paris’te ailecek geçirdiğimiz üç harika günün ardından,
eşimle “Buraya üniversitedeyken gelecektik, neler yapardık neler!” diye
düşünmekten kendimizi alamadık. Neler yapardık neler…
Perşembe gecesi uçaktan inip doğruca otele gidip kızımız
uykusunu alsın da yarın rahat gezsin diye düşünmek yerine valizleri otele
attığımız gibi Champs Elysées caddesine yakın seçtiğimiz otelimizden kendimizi
ufacık, daracık Fransız kafelerinden birine atardık. Fransızlar küçük yerleri
çok seviyorlar. Fransa’da her yer çok dar ve küçük. Kafeler, caddeler, masalar,
evler… Biz de hemen ortama ayak uydurup romantik bir Paris gecesinde küçücük
masamıza, salyangoz şeklindeki bu şehrin haritasını yayıp tatlı tatlı sohbet
ederdik.
Cuma sabahı kızımız kruvasan sevmediği için otelin en alt
katındaki mutfakta kahvaltı edeceğimize Seine Nehri kenarında bir kafeye gider
veya St. Germain Kilisesi’nin yakınındaki meşhur “Cafe de Fleur”de croissante
yiyip, kahve içerdik. Üstelik oldukça da hesaplı olurdu. Ardından “Lüksemburg
Bahçeleri”nde çocuğun üşümesini dert etmeden uzun bir yürüyüş yapardık.
Bahçelerin içindeki müzeye girer, oradan Victor Hugo, Alexandre Dumas ve
Jean-Jacques Rousseau gibi birçok ünlünün gömüldüğü Anıt Mezar Pantheon’a giderdik.
Acıktığımız halde Pantheon Müzesi’ne girip uzun uzun gezerdik.
Müze çıkışı Eyfel Kulesi’ne doğru yürürdük. Paris’te eski
şehir kısmındaki önemli eserlerin hepsi birbirine yakın mesafede bulunuyor.
Şehir de dümdüz olduğu için yürümek oldukça kolay. Üstelik İstanbul’daki
zevksiz Fransız balkonlarının aksine Paris’te Fransız balkonlu apartmanların
arasında yürümek de büyük bir zevk…Eyfel Kulesi’ne geldiğimizde, şehrin
muhtelif yerlerinde görebileceğiniz, Seine Nehri’nin iki yakasına da karşılıklı
olarak kurulmuş “carousel”de vakit geçirmektense önce kulenin çevresini
keşfedip sonra tepesine çıkardık. Ardından Seine Nehri’ndeki tekne turuna
katılıp arkamızda oturan genç çift gibi bir yandan şehrin ışıklarına bir yandan
nehir üzerindeki birbirinden farklı köprülere hayran hayran bakardık.
Cumartesi sabahı kahvaltıda Champs Elysées’deki Disney
Shop’ta iki saat gezip Rapunzel elbisesi ve saçı almak yerine hızlıca cadde
üstünde herhangi bir kafede tatlı “crepe”lerden yiyip Louvre Müzesi’ne doğru
yürürdük. Louvre Müzesi’nde de çok yürüyeceğiz çocuğu yormayalım diye
düşünmeyip yolumuzun üstündeki Grand Palais’te bulunan “Bohemes” adlı sergiye, Sultanahmet’teki
Dikilitaş’ın bir benzeri olan Concorde adlı taşın önünde ve arkasında bulunan
“Place de Madeleine” ve Bakanlık binalarına uzaktan bakmaz, onları yakından incelerdik.
Louvre Müzesi’nin önündeki Londra’daki “London Eye” olarak bilinen dönme dolaba
da iki kez binmezdik.
Pazar sabahı ise Notre Dame de Paris müziği eşliğinde Victor Hugo’nun ünlü “Notre Dame’nin Kamburu” romanındaki Esmeralda ile kamburun hikâyesini dilimizde tüy bitene kadar kızımıza anlatmak yerine Esmeralda ve sevgilisi gibi Notre Dame Kilisesi’nin etrafında gezerdik. Bu sırada çevredeki genç nüfusu fark edip Sorbonne Üniversitesi’ne yakın olduğumuzu fark ederdik. Erasmus’la Paris’e gelme veya bu şehirde yüksek lisans yapma hayâlleri kurup nehrin diğer yakasındaki Sorbonne Üniversitesi’ne doğru yol alırdık. Yanımızdan geçen gençlere bakar, kendimizle karşılaştırırdık. Sonra otele gidip valizimizi almadan son bir kez daha bir Fransız kafesine oturup o güzel peynirlerden yer, kahvelerinden içerdik. Nedense İstanbul’u ve çayı hiç özlemez, bu şehirden ayrılmayı hiç istemezdik.
Metroyla Charles de Gaulle Havalimanı’na giderken haritada
gidemediğimiz yerleri işaretler, Musee D’orsay’ı ve Opera Binası’nı gelecek sefere
ilk gidilecek yerler olarak belirlerdik. İstanbul’a döner dönmez ise “Midnight
in Paris” başta olmak üzere Fransa’da geçen tüm zamanların en güzel aşk
filmlerini gezimizi yâd ederek seyrederdik.
Yine de her şeye rağmen ileride bir gün çocuğumuz olursa, bu
büyülü şehri onunla da birlikte yaşamak
isterdik…
Gezmenin her hâli başka güzel…